SEVEN İNSAN NEYLESİN?
Gönderilme zamanı: 04 Oca 2009, 12:59
--------------------------------------------------------------------------------
Cihan padişahı Yavuz Sultan Selim, Şam yakınına otağını kurdurarak burada üç ay kadar kalmış. Bir Türkmen kızı da, zaman zaman padişahın çadırına gelerek, otağın temizlik islerini yapar, hünkâr çadırını tertibe ve düzene sokarak sıradan gündelik işlerle meşgul olurmuş… Yine bir sabah temizlik için geldiğinde, Sultan Selimi görmüş. Türkmen güzelinin gönlü sultana, su gibi anîden akıvermiş gönlünü kaptırmış ona.- Hani kalbin, her an bir halden başka bir hale geçmek, gibi anlamları da vardır ya- Zamanla kalbinin içini, ince bir sızı sarmış genç kızın ve başlamış kalbi için için göyünmeye.
Bir gün, gözü, hünkâr çadırının direğine ilişmiş. Direğin üst kısmına aşkın gücü ona, şöyle bir satır yazma cesareti vermiş:
"Seven insan neylesin"
Yavuz Sultan Selim, otağına yatmaya gelince, birden direkteki yazıyı fark etmiş," Bu da ne ola ki" diye-rek uzun bir muhakemeden sonra, bir vehim ve bin endişe derken… Almış eline kalemi şöyle bir satır da o düşmüş aynı direkteki dizenin altına. "
"Hemen derdin söylesin."
Türkmen kızı, ertesi gün gelip baktığında otağın direğine, sevincinden ağlamış, o küçücük kalbi heye-candan göğsüne sığmaz olmuş, yer de onun olmuş âdeta gök de… Fakat koskoca cihan sultanına ilân-i askta bulunmanın, ateşle oynamak, ateş girdabına bilerek atlamak gibi ölümcül bir tehlikesi de varmış. "Varsın olsun bu aşk, buna değer diye düşünmüş." Aldığı mesajı heyecanla hemen cevaplandırmaktan kendini alamamış ama yine de içinde bir korku kurdu varmış ki genç güzelin, yüreğini her gün diş diş, burgu burgu kemiren... Aşkın gücü, zoru ve korkuyu nefes nefes yaşayan o gencecik yüreğin imdadına yetişmiş derhâl. Bir satır daha yazmış aynı direğe ;
"Ya korkarsa neylesin"
Yavuz Sultan Selim, akşam, çadıra döndüğünde, not düştüğü direkteki satır gelmiş aklına. Bakmış ve okumuş ki aşkın, heyecanın ve korkunun karıştığı, tezat dolu sözcüklerin buluştuğu satırlar, bir mızrak gibi durmakta karşısında. Hemen o satırın altına bir mısra daha eklemiş, aşka yenik düsen koca padişah:
"Hiç korkmasın söylesin."
Bir aşkın buluşan, karmaşık ve bulanık duyguları şöyle dizilmiş direğin üzerine:
" Seven insan neylesin
Hemen derdin söylesin,
Ya korkarsa neylesin,
Hiç korkmasın söylesin"
Sabahın olmasını sabırla beklemiş padişah. Seher vakti sırdaşı Hasancan'ı çağırtmış, derhâl bir emir ve-rerek:
" Biz dahi merak edip onu görmek isteriz tîz elden bu kızı huzura getirin."
Emir derhâl yerine getirilmiş ki, Ahu gözlü, endamı hoş, alımlı, nazenin, ceylân gibi bir Türkmen güze-li…
Hünkârın emriyle derhâl bir düğün alayı tertip edilmiş. Eğlenceler, yemeler içmeler… Düğünün son ge-cesi, sırlarla dolu bu aşkın bilmecesi kader-i ilâhî tarafından çözülmüş, Çözülen bu kara baht çıkınından yayılan acı haber, şaşkına çevirmiş herkesi, yer gök âdeta
Üzüntüye, mateme boğulmuş. Ahu gözlü Türkmen dilberinin "Selim" diye çarpan saf ve küçük yüreği, bu büyük cihan sultanının aşkındaki sırrı kaldıramamış ve birden duruvermiş. O çadırın direği, bu olayın canlı fakat ketum şahidi olmuş asırlardır. Bu dünya hayatında vuslat nasip olmadığı gibi o gencecik yüreğe, buna fani âlemde bir çare de bulunamamış. Bu hazin gönül çarpılmasının ve gönül yangınının sonunda derler ki:
" Koca hünkâr, ağlamış" ve Türkmen kızına yaptırdığı mezarın mermer taşına, su dörtlüğü kazdırarak, dünyaya, aşkın gücünün karşısındaki çaresizliğini en güçlü orduları yenen koca hünkâr söyle haykırmış:
"Merdüm-i dideme bilmem ne füsun etti felek
Giryemi kıldı hûn eksimi füzûn etti felek
Sîrler pençe-i kahrımdan olurken lerzân
Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek."
(yavuz sultan selim hikayeleri)
Cihan padişahı Yavuz Sultan Selim, Şam yakınına otağını kurdurarak burada üç ay kadar kalmış. Bir Türkmen kızı da, zaman zaman padişahın çadırına gelerek, otağın temizlik islerini yapar, hünkâr çadırını tertibe ve düzene sokarak sıradan gündelik işlerle meşgul olurmuş… Yine bir sabah temizlik için geldiğinde, Sultan Selimi görmüş. Türkmen güzelinin gönlü sultana, su gibi anîden akıvermiş gönlünü kaptırmış ona.- Hani kalbin, her an bir halden başka bir hale geçmek, gibi anlamları da vardır ya- Zamanla kalbinin içini, ince bir sızı sarmış genç kızın ve başlamış kalbi için için göyünmeye.
Bir gün, gözü, hünkâr çadırının direğine ilişmiş. Direğin üst kısmına aşkın gücü ona, şöyle bir satır yazma cesareti vermiş:
"Seven insan neylesin"
Yavuz Sultan Selim, otağına yatmaya gelince, birden direkteki yazıyı fark etmiş," Bu da ne ola ki" diye-rek uzun bir muhakemeden sonra, bir vehim ve bin endişe derken… Almış eline kalemi şöyle bir satır da o düşmüş aynı direkteki dizenin altına. "
"Hemen derdin söylesin."
Türkmen kızı, ertesi gün gelip baktığında otağın direğine, sevincinden ağlamış, o küçücük kalbi heye-candan göğsüne sığmaz olmuş, yer de onun olmuş âdeta gök de… Fakat koskoca cihan sultanına ilân-i askta bulunmanın, ateşle oynamak, ateş girdabına bilerek atlamak gibi ölümcül bir tehlikesi de varmış. "Varsın olsun bu aşk, buna değer diye düşünmüş." Aldığı mesajı heyecanla hemen cevaplandırmaktan kendini alamamış ama yine de içinde bir korku kurdu varmış ki genç güzelin, yüreğini her gün diş diş, burgu burgu kemiren... Aşkın gücü, zoru ve korkuyu nefes nefes yaşayan o gencecik yüreğin imdadına yetişmiş derhâl. Bir satır daha yazmış aynı direğe ;
"Ya korkarsa neylesin"
Yavuz Sultan Selim, akşam, çadıra döndüğünde, not düştüğü direkteki satır gelmiş aklına. Bakmış ve okumuş ki aşkın, heyecanın ve korkunun karıştığı, tezat dolu sözcüklerin buluştuğu satırlar, bir mızrak gibi durmakta karşısında. Hemen o satırın altına bir mısra daha eklemiş, aşka yenik düsen koca padişah:
"Hiç korkmasın söylesin."
Bir aşkın buluşan, karmaşık ve bulanık duyguları şöyle dizilmiş direğin üzerine:
" Seven insan neylesin
Hemen derdin söylesin,
Ya korkarsa neylesin,
Hiç korkmasın söylesin"
Sabahın olmasını sabırla beklemiş padişah. Seher vakti sırdaşı Hasancan'ı çağırtmış, derhâl bir emir ve-rerek:
" Biz dahi merak edip onu görmek isteriz tîz elden bu kızı huzura getirin."
Emir derhâl yerine getirilmiş ki, Ahu gözlü, endamı hoş, alımlı, nazenin, ceylân gibi bir Türkmen güze-li…
Hünkârın emriyle derhâl bir düğün alayı tertip edilmiş. Eğlenceler, yemeler içmeler… Düğünün son ge-cesi, sırlarla dolu bu aşkın bilmecesi kader-i ilâhî tarafından çözülmüş, Çözülen bu kara baht çıkınından yayılan acı haber, şaşkına çevirmiş herkesi, yer gök âdeta
Üzüntüye, mateme boğulmuş. Ahu gözlü Türkmen dilberinin "Selim" diye çarpan saf ve küçük yüreği, bu büyük cihan sultanının aşkındaki sırrı kaldıramamış ve birden duruvermiş. O çadırın direği, bu olayın canlı fakat ketum şahidi olmuş asırlardır. Bu dünya hayatında vuslat nasip olmadığı gibi o gencecik yüreğe, buna fani âlemde bir çare de bulunamamış. Bu hazin gönül çarpılmasının ve gönül yangınının sonunda derler ki:
" Koca hünkâr, ağlamış" ve Türkmen kızına yaptırdığı mezarın mermer taşına, su dörtlüğü kazdırarak, dünyaya, aşkın gücünün karşısındaki çaresizliğini en güçlü orduları yenen koca hünkâr söyle haykırmış:
"Merdüm-i dideme bilmem ne füsun etti felek
Giryemi kıldı hûn eksimi füzûn etti felek
Sîrler pençe-i kahrımdan olurken lerzân
Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek."
(yavuz sultan selim hikayeleri)