Evet bu soru da mutlaka her insanın aklına gelmiştir diye düşünüyorum. Çünkü ortada çelişen bir durum var gibi gözüküyor. Bu mesele öyle 2 dk. da anlayacağımız ya da içimize sindirebileceğimiz bir mesele değil sanırım. Derin bir hakikat. Ben sadece bilebildiğim kadarıyla ve tecrübe ettiğim bazı olaylarla anlatmaya çalışayım:
Öncelikle şunu halletmemiz lazım; bizi ve her şeyi yaratan bir Zatı ben gözümün önündeki(kainattaki) delilleri ile kabul ediyorum ama bu Zat gerçekten merhametli ve şefkatli mi acaba
Yine buna delil olarak, gözümüz önündeki kainattan bir iz, işaret bulmam lazım inanmak için.
Mesela şu an kış mevsimi ve her yer kupkuru. Bahar mevsimi ile birlikte kainatta muhteşem bir faaliyet başlayacak. İhtiyacımız olan şeyler gözümüzün önünde yaratılacak. Ve harika bir surette. Niye? Kimin için? Kim istifade edecek bu nimetlerden? Bizlere bu nimetleri gönderen birinin merhametini, bu nimeti yerken biraz dikkat ederek yersem hissedebiliyorum şahsen.
Veya dünyaya gelen bebekler. Bunlara insanlar da dahil hayvanlar da. O aciz yavrulara besin olarak gönderilen süt nimeti var. Bunu hep es geçer düşünmeyiz mesela. Önemsemeyiz. Ama biraz düşünsek hepimiz aynı yoldan geçmedik mi? O sütü biri bize göndermeseydi sonuçları ne olurdu bunu biraz araştırarak görebiliriz(Burada umumi olandan bahsediyorum. İstisnalar kaideyi bozmaz. Onları ayrıca değerlendirmek lazım)
Benim geçen yıllarda gözümün önünde gerçekleşen bir olay var. Kedileri severim ve beslemiştik bir zamanlar. Kedimizin 3-5 yavrusu oldu. Ama nasıl savunmasızlar. Kedileri bilen bilir, rahatına özgürlüğüne düşkün hareketli varlıklardır. Ama o gözleri dahi açılmamış minnacık yavrular için öyle bir fedakarlıkta bulundu ki o kedi. Resmen rahatını onlar için feda etti. Orada cisimleşmiş bir şefkatti benim karşımda duran. Bunu o veya bu sebebe verenler de olabilir ama ben sebeplere veremedim gözlemlerim sonucu. Belki kendi bebekliğimizi müşahede edemiyoruz ama gördüğüm o olay karşısında ben rahmeti şefkati hissettim. Bir de benim gördüğüm olay bir tanesi sadece. Bir de tüm kainattaki yavruları düşünelim. Bence biri onları o işle vazifeli kılmış. Zaten yavrular büyüyüp de kendini idare edecek hale gelince o özgürlüğüne düşkün rahatını seven anne kedi onları dövmeye yanından kovmaya başladı
Çünkü ihtiyaç kalmadı.
Bunun gibi düşünsek bir sürü şefkat ve merhamet eseri var hayatımızda. İnsaflı bir şekilde düşündüğümüzde kainatta umumi bir şefkat var.
Madem Allah sonsuz şefkat sahibi merhametli de o zaman bu dünyada acı çekenler, hastalananlar vs... neden var?
Eğer bu dünyada hiç acı, sıkıntı olmazsa burası dünya olmazdı cennet olurdu.
Peki biz bu dünyaya acı çekmeye mi geldik?
İşte burada önemli nokta ben bu dünyada neden varım sorusu? Ve dünyanın mahiyeti. Eğer biz dünyayı ebedi olarak düşünür ve şu anda var olan ahiret alemlerini düşünmeden işin içinden çıkmaya çalışırsak çıkamayız. Allah kullarını cennete almayı ve ebediyen orada kalmalarını murad etmiş diye düşünüyorum.
Biz burada bir şeyleri öğrenmek, anlamak, fark etmek durumundayız. Yani bura bu manada imtihan yeri, olgunlaştığımız ve bazı hakikatleri anladığımız yer. Yani benim anladığım burada çekilenler orada alınacak lezzete huzura vs... hizmet ediyor bir anlamda. Sınırlı bir hayat ile sınırsız bir hayatı kıyasladığımız zaman hiç hükmünde kalıyor buradakiler.
Herkesin malumu bir şeydir ki güzellikler zıtları ile bilinir. Mesela hastalık hayatımızda hiç olmasın isteriz. Ama sağlık diye bir nimeti anlamamız mümkün olmazdı o zaman. Ya da külli manada düşünelim. Yüzyıllardır hastalıklar vesilesi ile insan kendini incelemiş, fark etmiş, ne muhteşem bir sanat eseri olduğunu gözlemlemiş. Bunlar önemli şeyler. Ha hastalanınca bunu demek zor ama bu külli bir hakikat. Biz bu vesile ile insanlık olarak çok önemli ve bilinmesi fark edilmesi gereken şeyleri fark ettik. Aksi durumunda kendimizden haberimiz olmayacaktı.
Bi ara neden ölümdeki o acıyı yaşamak zorunda bir insan diye düşünüyordum. Tamam zalim çeksin de cennete gidecek bir insan bile hissedermiş o acıyı. Tabi burada iki acı arasında dağlar kadar fark var ama yine de tatmin olamıyordum. Sonra şunu öğrendim. Ölümü tatması yaşaması, aslında insanın ölümsüzlükteki tadı yaşamasına hizmet ediyormuş.
Musibetlerin bir yönü de insanın hataları. Alimler der ki; musibet hataların neticesi, mükafatın ise mukaddemesidir(yani başlangıcıdır) Bizi yanıltan en büyük şey hadiselerin yorumunu yaparken o ana odaklanıp yorumlamamızdır. Halbuki bir bütün olarak yorumlamazsak hataya düşmemiz kaçınılmaz olur.
Kainatta asıl olan güzelliktir, hayırdır. Bunu geniş kapsamlı düşünen herkes fark eder. Yani çirkin gibi gördüğümüz hadiseler de netice itibari ile güzelliğe hizmet ediyor. Yani her şey ya bizzat güzeldir veya neticeleri itibariyle güzeldir.
Mesela bir örnekle anlamaya çalışalım; 2 yaşındaki bebeğini aşı olmaya götürmüş bir anne düşünelim. Olayı çok dar çerçevede yorumlarsak karşımızda şöyle bir tablo var. Şefkatsiz bir anne savunmasız bebeğini hiç tanımadığı insanların eline veriyor ve onların bebeğine ince demir iğneler batırıp kolunu kanatmasına müsaade ediyor. Yetkililer de bu işe hiç müdahele etmiyor ve tüm yurtta bu vicdansız uygulama bebeklerin bağırmasına ağlamasına rağmen yıllardır devam ediyor.
Olaylara dar çerçeveden bakıp düşündüğümüz zaman bu misalden hiç farkımız kalmıyor emin ol.
Fark edemediğimiz yönlerinin olması ve bizim anlamamamız bu hakikati değiştirmez.
Tüm bunlara rağmen insan olarak aklımız tatmin olmuyor değil mi? Tamam külli hayırlar olabilir ya da zalimler cezasını çeksin de masumlar neden acı çekiyor o zaman. Neden onlara Allah şefkat etmiyor
Dedim ya arkadaşım bunlar sadece senin zihnindeki çelişkiler değil. Hepimiz soruyoruz. İşin bu noktasında karşıma harika bir şey çıktı benim ve bu konuyu anlamama çok yardımcı oldu geçen yıllarda.
Bu iki kavramı önce yazayım sonra üzerinde biraz düşünelim; İmdadat-ı Hassa-i Rahmaniye ve İhsanat-ı Hususiye-i Rabbaniye.
Kısaca bunları, Allah'ın hususi yardımları ve Allah'ın hususi ikramları, ihsanları olarak düşünebiliriz. Bu hakikati ben gözlemleyerek daha iyi anlamaya çalışıyorum.
Mesela çok yakınlarımdan biri yıllardır hasta. Tabi bunun sonuçları bize de yansıdı yıllardır. Dışarıdan insanların bu olay hakkındaki yorumlarına bakıyorum. Bazen diyorum ki ya anlattığınız gibi, düşündüğünüz gibi de değil ya. Tamam acı bir şey ama abartmayın bu kadar da(tabi bunları içimden diyorum
)
Sonra o hasta yakınıma bakıyorum. Bana sorsan kesinlikle o hastalığa yakalanmayı istemem. Size anlatsam siz de istemezsiniz. Gerçekten insanı üzen bir şey. Ama o yakınımı gözlemliyorum. Allah ona çoğu zaman hissettirmiyor. Kişiyi kendi haline memnun ettiriyor. Bunun çok misali var.
Gerçekten derdi çekene bizim dışarıdan tam anlayamadığımız hususi yardımlar gönderiliyor. Hani derler ya o sabır, derdi çekene verilir diye. Bize verilmediği için o an dehşete düşen biz oluyoruz. Hani bazen geçmişe baktığımızda deriz ya; "ya ben bu hayatı, şu olayları nasıl yaşamışım, şimdi olsa dayanamazdım" diye. İşte Allah yaşarken hususi ikramları ihsanları ile o derdi hafifletiyor. Biraz dikkatli baksak bu türden şeyleri fark edebiliriz sanırım.
Geçenlerde bir video izledim. Koyun nasıl düzgün kesilir ile ilgiliydi. Adam koyunu yakalıyor ve yere yatırıyor. İlk etapta koyun kaçmak istiyor mee diye bağırıyor falan. Biz hemen ne yorumu yapıyoruz. Ben de yaptım videoyu izlerken
Aman canııım yazık ya kesileceğini hissetti nasıl acı acı mee liyor. Yanlış. Kesinlikle yanlış.
Bir kere adamın elinde bıçak yoktu sadece anlatmak için çekilmiş video. Olsa bile hayvan akletmez sanırım. Hayvan o an refleks olarak kendini tutan adamın bırakmasını istediği için çırpınıp kaçmak istedi ki bunu herkes yapar refleks olarak. Adam hayvanı yere yanı üzerine yatırdı ve kulakları ile gözlerini kapattı. Hayvanda tık yok. Birden sakinleşti ve çimlerin üzerinde sakin sakin yatıyor. Yani o anda halinden şikayetçi değil. Tabi adam kesmedi sonradan kaldırdı hayvanı ama düşündüm o anda bıçağı sürse bu hayvan anlık bir acı hissedecek ve bitti. Aslında acıyı biz kendi kendimize çektiriyoruz. İşte hayvan hissetti de anladı da. Bi kere onun aklı yok bilmiyor kesileceğini, kesildikten sonra da zaten hissetmiyor bilmiyor yorumu yapıp kendimizi hırpalayan bizleriz. Bu da hayvanlar hakkındaki İhsanat-ı Hususiye-i Rahmaniye olarak geldi bana. Sadece küçük bir misal.
Ya da bebekken çektiğimiz hastalıkların hiç birisini hatırlamıyoruz. Ve şu an o çektiğimiz acılar hiç hükmünde. Ve açıklamalar doğru ise küçükken geçirilen hastalıkların bağışıklık sistemimiz üzerindeki olumlu yönlerinden bahsediliyor. Yani şu an biz o acıların bir anlamda sefasını sürüyoruz.
Misalleri kendi dünyamızda meseleyi anlamak için düşünebiliriz. Çok hadise var bu şekilde.
Bir de bazı insanlar der ya, keşke şu acıyı çekmeseydin vs.. dediğimizde. "Öyle deme iyi ki o acıyı çekmişim ben. Yoksa asla bu konumuma ulaşamazdım. Benim için o çektiklerim rahmet oldu vs..."
Geçenlerde bir psikologu dinliyorum. Diyor ki "insan olarak yaşadığımız bazı zorlukları ve mana veremediğimiz olayları 20 yıl sonra anlarız" "ya bu işe mana veremiyordum bir türlü şimdilerde anladım neyin neden olduğunu" vs.. diye.
Yine de insan aklı şunu soruyor. Bu işte yine de adaletsizlik var. Zalim de ölüyor zulmettiği mazlum da. Eee şimdi ikisi de toprak altında ve eşit durumdalar.
Öyle değil ama. Bir kere beden ölüyor ama ruh ölmüyor. Zalimiz ruhu azap çekiyor. Ve cismani diriliş olan haşirden sonra mazlum, masum olan cennete, zalim ise cehenneme gidecek. İşte adaletin tam manası ile gerçekleşeceği gün de o gündür. Geriye baktığımızda ise muhtemelen yaşananlar sadece bir imtihan, tecrübe, öğrenme ve sanki bir anda yaşanmış bitmiş gibi gelecek bizlere. Yani yukarıdaki örnekte yazdığım gibi yaşadıklarımızın sıkıntı boyutu hiç hükmünde olacak. Tabiri caiz ise cennete giren bir insan dünyadaki çekmiş olduğu sıkıntının sefasını sürecek.
Konu oldukça kapsamlı ve derin. Ben anladıklarımı paylaşmaya çalıştım sadece.